Page 17, Column 1 |
Başkan APO:
Biz Urfa’ya hala Ruha diyoruz.
|
Chairman APO:
We still call Urfa Ruha |
Sanırsam Süryanice’den
gelen bir kelimedir Ruha. |
I presume that this word
Ruha is a Syriac word. |
A.D.Ö:
Bütün bunlarla birlikte, halkımız, katliamlardan kurtulmadı.
|
ADO:
Al these issues together did not prevent our people to be
slaughtered. |
Ama, fırsat buldukça da
bilimi, medeniyeti, kültürü geliştirmekten de uzak durmuyordu.
|
However when they got
opportunity, they continuously increased their knowledge,
improved their civilization and culture. |
Yine bütün bölge
halklarıyla barış içinde yaşamayı da sürekli tercih ediyordu.
|
They again preferred
always to live with the people in the region on the basis of
peace. |
Her şeyin tersyüz olması
1500’lü yıllarda Osmanlıların güçlenmesiyle başladı.
|
Everything which wrong
with them started to happen with the coming of the Ottoman
Empire , since the year 1500 (AC). |
Mevcut çelişkileri daha da
derinleştirip halklar arasında kin tohumlarını ekerek, halkları
birbirine kırdırdı. |
The existed differences
between peoples were extra reinforced; the seed of hostility was
implanted and stirred up with the result that the peoples
crushed each others. |
Avrupalıların bölgeye
gelmesi de Osmanlıların istemiydi, çünkü gittikçe en başta
kendileri zayıflıyordu. |
The coming of the
Europeans to the region was favored by the Ottoman Empire;
because they had became more and more weak. |
Bazı yeni mezheplerin
geliştirilmesi amacıyla Batılı misyonerlere bölgede çalışma izni
verildi. |
To promote the forming
of new denominations, the Western missionaries were giving
permission to work in the region. |
O döneme kadar, Yakubi ve
Nasturi olmak üzere, Süryanilerin sadece iki mezhebi vardı.
|
Until that time, the
Syrians were divided, as usual in two denominations, only as
Jacobites and Nestorians. |
Misyonerlerin, yani Batılı
ajan papaz ve rahiplerin bölgeye girmesiyle, katolik ve
protestanlık da birer mezhep olarak halkımıza kabul ettirildi.
|
With the coming of the
Western missionaries, that is to say the Western secret agents
(who worked as) priests and monks, to the region, the
Catholicism and Protestantism denominations were diffused within
our nation. |
Tabii ilk geldiklerinde,
güya Süryanileri koruyacaklarını iddia etmişlerdi.
|
Of course, when they
came for the first time to the region, they supposedly claimed
to help the Syrians. |
Başkan APO:
Romalılar ikiye böldü, bunlar da bölünmeyi dörde
çıkardı. |
Chairman APO:
The Romans divided them in and they (the missionaries) divided
them in four. |
A.D.Ö:
Tabii ki bu bölünmeden Osmanlıların da büyük
çıkarı vardı. |
A.D.O:
Of course, the Ottomans had a great profit by this division.
|
Batı’dan hem maddi destek
alıyorlar ve hem de Asurilerin bölünmesi Osmanlı egemenliğini
rahatlatıyorlar. |
They got economical
support from the West and at the same time the division within
the Assyrians provided Ottomans with the quiet. |
Asuriler (Süryaniler)
Osmanlı egemenliği altında yaşıyorlardı.
|
The Assyrians (Syrians)
were living under the ruling power of the Ottomans. |
Onları korumları
gerekirken, Batılılara böldürdüler ven sonra da kendilerine yem
yaptılar. |
In stead to protect
them, the West divided them and finally they used them for their
goals. |
Halkımız istemediği halde,
Avrupalıları zorla yaşadıkları bölgelere sokuyorlardı.
|
In spit of refusal by
our people, because of their terrible situation, the Europeans
could creep into the region. |
Tabii bunu da Hıristiyanlık
adı altında yapıyorlardı. |
Of course, they did this
under the cover of Christendom. |
Başkan APO:
Niye bunu yapıyorlar? |
Chairman APO:
Why did they do this? |
A.D.Ö:
Osmanlı çıkarları bunu gerektiriyor.
|
A.D.O:
The interests of the Ottomans required this. |
Asurilerin birliği onlar
için bir tehlikedir, ama bölünmeleri rahatlatma yaratıyor.
|
The unity of Assyrian
was a danger to them, however their division gave them relieve.
|
Eğer halkımız bölünmemiş
olsaydı, gerçekten büyük bir güçtü. |
If our people was not
divided, they really would have been a significant power. |
Osmanlılar için tehlike
oluşturuyordu ve zaten bunun için böldüler. |
The danger within the
Ottoman empire started to increase and they would be divided
anyway. |
Halkı bölerek hedeflerine
ulaşıyorlardı |
They achieved their goal
by dividing the people. |
Başkan APO:
Yani böl- yönet politikası.. |
Chairman APO:
In other words, divided and rule politics. |
A.D.Ö:
Evet, tüm bunlara ek olarak Arap ve Fars
topraklarında da kilise ve medreseler kurmaktan uzak durmadılar.
|
A.D.O:
Yes, all these matters promoted continuous foundation of schools
and churches in the lands of Arabs and Persians. |
Page 17, Column 2 |
Aynı şeyleri bu topraklarda
da yapmaya çalıştırlar. |
Exactly the same game
they also wanted to play in this country (Syria). |
Sonuçte Türk, Kürt, Arap ve
Farsların egemen güçleri; şeyh ve beyleri, halkımızın
katliamında ortak roller oynadılar. |
At the end the leaders,
the Sheiks and rulers of the Turks, the Kurds, the Persians and
Arabs have all together played a role in slaughtering of our
people. |
Yine halkımız, tüm
acılarını erkenden unutmaya ve elinden geldiğince dostluğu
geliştirmeye çalışmıştır. |
Again our people tried
to forget as soon as possible their wounds and have done
everything possible to live in friendship (with these nations).
|
Bu halklarla yeniden bazı
ilişkileri geliştirmek için Süryaniler, sürekli dostluğu
dayatıryordu. |
To build up again
various relations with these nations, the Syrians continuously
strived for friendship. |
19.yy ve 20.yy’larda Naim
Faik, Aşur Yusuf ve Senherib Balê isminde bazı milliyetçi
gençlerimiz çıktı. |
Between the 19th
and 20th century few nationalistic youngsters, such
as Naim Faik, Aşur Yusuf and Senherib Bale, stood up. |
“Doğu Yıldızı (Mezopotamya
Yıldızı)” adıyla bir de dergi çıkardılar.
|
They published a
periodical called “The Star of the East (Star of Mesopotamia)”.
|
Ayrıca “Özgürlük Yolu”
adıyla da bir dergi çıkarmaktaydılar. |
Beside this, they also
wanted to publish another periodical with the name “The Path of
Liberation”. |
Bu dergiler üç dilde;
Süryanic, Kürtçe ver Türkçe, ama Süryanice alfabeyle
yazılıyordu. |
This periodical were
published in 3 languages, Syriac, Turkish and Kurdish, however
they were writtin in syriac alphabet. |
Osmanlılar bunu duyunca,
bir halkın tekrar canlandığını ve bu yönlü bir hareketliliğin
yaşanmakta olduğunu farkediyor. |
When the Ottomans became
aware of this, they understood that a people anew was waked up
and in that way they wanted to establish a movement with a goal.
|
Bu dönemde gerçekten de
Ermeni, Kürt ve Süryani hareketleri canlanıyordu. |
In this time, it was
clear that the movement of Armenians, Kurds and Syrians became
active. |
Osmanlılar bir kez daha
dini sarıldılar, dine dayalı oyunlara yöneldiler. |
The Ottomans again
resorted to faith through which they gained support. |
Kürtlerin şeyh ve beylerini
yanlarına çekmeyi basardılar. |
They started to
strengthen the ties with the Kurdish Sheiks and rulers.
|
Ermeni ve Süryani
katliamlarında bunları kullandılar. |
They used these leaders
to slaughter the Armenians and Syrians. |
Ermenilerin dışında,
Mardin, Urfa, Diyarbekir, Siirt, Hakkari ve diğer bölgelerde de
yarım milyona yakın Süryaniyi katlettiler. |
After Armenians around
half million Syrians were slaughtered in Mardin, Urfa,
Diyaerbekir, Siirt, Hakkaria and other areas. |
Bu katliam 1914-1919
yılları arasında yapıldı. |
The slaughtering took
place between 1914 and 1919. |
100 bine yakın bir topluluk
da anayurttan göç ettirildi. |
About hundred thousand
members of the community became refugee (in abroad).
|
Başkan APO:
Bu dönemlerdeki bir Ermeni katliamı biliniyor,
ama tarih bir Asurilerin o katliamından pek söz etmiyor.
|
Chairman APO:
In those times there is mention of Armenian massacres, but in
the history there no mention of Assyrian slaughtering.
|
Bir katliam olmuştur ve bu
doğrudur. |
A slaughtering has been
taking place, that is true. |
A.D.Ö:
Zaten en büyük göç de bu dönemde başlıyor. |
A.D.O:
Anyhow, the largest emigration took place in that time.
|
Göç; Rusya, Filistin,
Amerika, Suriye ve Hindistan’a oluyor. |
They fled to Russia,
Palestine, America, Syria and India. |
Başkan APO:
Ne kadar insan göc ediyor? |
Chairman APO:
How many people became refugee? |
A.D.Ö:
100 binden fazla olduğunu tahmin ediyoruz.
|
A.D.O:
We estimate more than 100 thousand. |
Başkan APO:
Bundan önce dışarıya göç varmıydı? |
Chairman APO:
Was before this also emigration to abroad? |
A.D.Ö:
Kanımızca daha öncelere bu boyutta yok.
|
A.D.O:
We believe, before that event it did not took place in such a
magnitude. |
Yalnız 7.yy’da Ruha’dan
Kürdistan’a büyük bir göç var. |
However, in 7th
century there was a huge stream of refugees from Ruha to
Kurdistan. |
Kenaniler büyük olarak
bilinen bir kabile Hindistan’a göç eidyor.
|
The Kenanits, a
well-known big tribe, emigrated to India.
(Note translator:
‘Kenanits’ is not correct description, it should be “Kaynakits. Kaynak is a village in Urfa).
|
Kenaniler Ruhalı
Süryanlierdir. |
These Kenanits were
Syrians from Urfa. |
Şu anda Hindistan’daki
nüfüsları yarım milyona yakındır. |
Currently, there number
is estimated around half million in India. |
Başkan APO:
Bunların göç etmesinin nedenleri neydi? |
Chairman APO:
What was the reason behind their emigration? |
A.D.Ö:
Tüccar olarak, ticari amaçlarla göçüyorlar.
|
A.D.O:
They were businessmen and they emigrated for business.
|
7.yy’dan önce de
Hıristiyanlık Hindistan’a uzanmış ve orada da bazı Hıristiyan
topluluklar vardı. |
The Christianity already
before 7th century reached India and there several
Christian groups there. |
Bu tüccarlar da oradaki
yaşamı daha çok tercih ediyorlar. |
These businessmen could
do their business much better there. |
Orada İslamiyetin etkileri
de yoktu veya ne Osmanların ve ne de Arapların baskıları da
yoktu. |
There was neither
persecution by Islam, or persecution by the Ottomans nor
persecutions by the Arabs. |
Page 17, Column 3 |
19.yy’a geri dönelim.
|
Going back to the 19th
century. |
1914-1919 yılları
arasındaki katliamlardan sonra halkımız pasifikasyona uğrayarak
tümüyle içine kapanmış, bölge halklarına var olan güvenini bir
bütün olarak yitirerek komşu halklara ilişkiler geliştirmekten
uzaklaşmaya başlamıştır. |
After the slaughtering
of 1914-1919, our nation became totally in passivity and
remained in that situation, they did not trust the peoples of
the region, and they started take an aversion to their
neighboring nations. |
Daha sonraki yıllarda,
bireylere yönelik de olsa, baskılar durmamıştır.
|
Years after that,
although there were trust-undermining acts, the persecution did
not stop. |
Bu nedenle göç edenler,
anayurtta kalan akrabalarını da yanlarına çekmeye
çalışmışlardır. |
Because of this reason,
those who were emigrated worked to get their family who were
left behind in their fatherlands, to the lands of emigration.
|
Devamlı bir şekilde, geriye
kalanları bulundukları topraklara çektiler. |
It continued in this way
until al the people who were still there, left the lands behind.
|
Öte yandan; 1933 yılında bu
sefer de Irak’da büyük bir katliam yaşanıyor. |
On the other hand, in
1933 this time a slaughtering was carried out in Iraq.
|
Asuriler üzerindeki bu
katliam da, Kürt ağa ve şeyhleri ile Araplar tarafından
ortaklaşa gerçekleştirilmiştir. |
This slaughtering of
Assyrians was carried out by the Kurdish Aga’s and Sheiks
together with Arabs. |
Hatta Irak rejimi uçaklarla
köyleri bombalamıştır. |
Even the regime of Iraq
bombarded their villages with fighters. |
Buradan da bir göç
başlıyor; bazıları Yunanistan ve Kıbrıs’a bazıları da Amerika’ya
göçüyor. |
From this point
emigrated started to take place, some emigrated to Greece and
Cyprus, and some to United States. |
Bir bölümü de hala
Suriye’de Habur çayı kıyılarında yaşıyor.
|
A part of this people
still lives in Syria and bank of the river the Habur.
|
Kısaca; halkımız doğan
istikrarsızlık sonucu vatan topraklarını terketmeye, göçe
yönelmeye ve mültecileşmeye gittikçe daha sık başvurmuştur.
|
In short, the result of
the beginning of instability was that our people left behind
their fatherland, went the path of Diaspora and the emigration
is since than extra increased. |
Tabii bu, en başta gelişen
güvensizliğin sonucunda olmuştur. |
Of course, the main
reason for emigration was suspicion. |
Yani halkımız öyle bir
durumla karşılaştı ki, artık “ülke ne olursa olsun, ben canımı
kurtarayım yeterlidir” diyerek ülkesinden kaçmıştır.
|
That is to say that our
people became in such a severe situation that they said “I do
not care about what is going on, I just want to save my skin,
that is enough” and escaped their country. |
Elbetteki bu durum daha çok
bölgeyi yöneten egemen güçlerden kaynaklanmıştır.
|
Of course in this
situation, those who escaped were the prominent ruling leaders.
|
Yaptığımız tespitlere göre,
halkımızdan 1,5 milyon kişi dişarda, Rusya, Avustralya, Amerika,
Batı Avrupa ülkelerinde mülteci olarak yaşiyor. |
According to our
investigation, there are 1,5 million of our people living in
foreign countries, in Russia, Austria, United States.
|
Başkan APO:
Suriye ve Lübnan’da ne kadar Süryani var? |
Chairman APO:
How many Syrians are in Syria and Lebanon? |
A.D.Ö:
Takriben 1 milyona yakın.
|
A.D.O:
About 1 million. |
Bunların büyük bir bölümü
asimile olmuş. |
The major part has been
assimilated. |
Kendilerini “Meliki” veya
“Rum- Ortodoks” olrak adlandırmaktadırlar. |
They present themselves
as “Melkits” or as “Rum Orthodox”. |
Buna karşın Cizre
bölgesinde hala Süryanice konuşan 300 bin civarında bir kitle
var. |
As opposed to this,
there are in the area of Cizre (Syria) 300.000 who still speak
Syriac. |
Başkan APO:
Melikler ve Rum-Ortadokslar yani Süryani midir? |
Chairman APO:
That is to say, are the Melkits and Rum Orthodox Syrians? |
A.D.Ö:
Evet. |
A.D.O:
Yes. |
Bunlar Roma İmparatorluğu
döneminde Romalılara bağlanıyorlar. |
They are since the era
of Roman Empire connected with Romans. |
Süryanice´de “Melko” yani
“Meliki” kral demektir. |
In Syriac, “Malko”
means, that is to say “Miliki”, king (emperor). |
Kraldan, imparatorluktan
yana olanlara bu Meliki adı verilmiştir. |
As from the time of the
emperor, the empire, they were given this name. |
Bunların büyük bir bölümü
Romalıların Katolik mezhebini de kabulleniyor. |
Of this group, a major
part, embraces the Roman Catholic denomination. |
Hıristiyan kilisesinde en
büyük bölünme 4. ve 5. yy’larda oldu. |
In the Christian Church,
the major division toot place in the 4th and 5th
century. |
Bu dönemde kilisenin 4.
kongresi oluyor ve ardından da bölünme meydana geliyor.
|
In this time four
ecclesial congresses were held, and thereafter the division
became visible. |
Başkan APO:
Süryanilerden ayrılanlar Romalılara mı
bağlanıyor, bunlarda gittikçe halk gerçekliğinden uzaklaşma mı
oluyor? |
Chairman APO:
Are those who separated from Syrians and embraced Rome, by their
separation got alienated with the true history of their people?
|
Page 17, Column 4 |
A.D.Ö:
Öyle oluyor. |
A.D.O:
Yes, it is like that. |
Biz Asuri Demokratik Örgütü
olarak, yurtdışına yayılmış olan halkımızı da kucaklamayı esas
almışız. |
We as, Assyrian
Democratic Organization, bother also about those who fled to
foreign countries. |
Avrupa’da ve diğer ülkelerde, halkımızın birliğini sağlamayı
amaçlayan dernek, federasyon ve benzeri biçimdeki çalışmalarımız
da var. |
In Europe and other
countries we have associations, federations with the aim to
realize the unity within our people and carry out similar
activities. |
Halkın büyük bir bölümü
dernek ve federasyonlara bağlanmıştır.
|
A major part of our
people is connected with the associations and federations.
|
Amacımız, bu kuruluşlar
yoluyla yurtdışında yaşayan insanlarımız arasında halk
kültürümüzü korumak ve halkımızın sesini duyurabilmektir.
|
Our wish is, through
these organizations which reside in foreign countries, to
protect our people and culture and to hear the voice of our
people with their activities. |
İnsanlarımızda halk ve vatan sevgisini güçlendirmeye
çalışıyoruz. |
We work to strengthen the
love of our people for their nation and land.
|
Ülkeye geri dönüş sorunu da bu çalışmaların kapsamındadır.
|
The issue of return is
also connected with this. |
Son dönemlerde Midyat’da
devlete bağlı korucular tarafından katledilen 6 Süryani
arasında, geri dönüş çalışmaları yapan ve Almanya’dan gelen geri
dönüş komitesinin 2 üyesi de vardır. |
Lately 6 Syrians were
killed in Midyat by village defenders who work for the
government, they wanted to return form Germany to Midyat, two of
whom were members of the remigration committee. |
Geçmişte de böyle oluyordu.
|
This was also the case
in the past. |
1911 yılinda Aşur Yusuf
Osmanlılarca katledildi. |
In 1911, Asur Yusuf was
killed by the Ottomans. |
Kendisi “Süryanilerin
Birliği” dergisinin yazarıydı. |
He was the writer of the
magazine “Unity of the Syrians”. |
Naim Faik de 1914’de önce
Filistin’e ordan da Amerika’ya göç etti. |
In 1914 also Naim Faik
first escaped to Palatine and thereafter to United Sates.
|
Suriye- Türkiye sınırı
oluşturulunca halkımız Suriye’de tekrardan örgütlenmeye gitti.
|
When the (final) border
between Syria and Turkey was set down, our people in Syria
started again to establish organizations. |
Kilise çevresinde bazı
gazete ve dergiler, dili geliştiren bazı medreseler
geliştirildi. |
In environment of
Churches various newspapers and magazines, language promoting
schools were established. |
“Süryani Birliği”,
“Betnehrin (Mezopotamya), İdurê” adlarıyla bazı dergiler
çıkarıldı. |
Various magazines were
published such as “The Unity of the Syrians”, “Bethnahrin
(Mesopotamia), “Idure”. |
Onlaraca dergilerin
çıkarıldığı söylenebilir. |
They say that dozens of
magazines were published. |
ADÖ’nün kuruluşu bu
gelişmelere bağlı olarak sağlanmıştır. |
The establishment of ADO
is related with the development of these matters. |
Halkın tarihsel gerçeği ve
onun acil bir birliğe ihtiyacı olduğu dikkate alınarak kurulmuş.
|
The reality of the true
history of our people required anyway these developments and
that is why ADO was established. |
Kuruluşumuzun esas amacı,
en başta mevcut mezhepsel bölünmüşlüğe son verip, tüm mezhepleri
halkçılık potası içinde eritip tekrardan milli bütünlüğü
pekiştirmektir. |
The necessity of the
establishment of the organization was to make an end to diverse
religious denominations, to stop the division and to bring about
unity, to melt and bring all of them under one denomination to
strengthen their unity as people. |
Katolik, Nasturi, Ortodoks
ve Protestan gibi mezheplere saygılı olmak temelinde milli
bütünlüğü ön plana çıkarıyoruz ve dine herhangi bir saldırımız
da söz konusu olmamıştır. |
On the basis of showing
respect to all denominations as Catholic, Nestorian, Orthodox
and Protestants and considering the unity of the people as most
important point, none of these denominations we ever attacked.
|
Page 17, Column 5 |
Amacımız dini ve milli
gerçeklikleri birbirinden ayırabilmektir. |
Our goal is to separate
between religion and secular from each other. |
Biz’de milliyet olgusu tüm
mezhepleri kapsayan tarzda ele alınmıstır.
|
We on our part, as a
mature nationalists, we have not acted towards these
denominations with a bad view. |
Avruplaı Katolikler bir
ilişkimiz yok ama, halkımızdan olup da Katolik mezhebini tercih
edenlere de kesinlikle Süryani kabul ediyoruz. |
We have no relation with
Catholics in Europe, however those who belong to the Catholic
denomination, for sure we consider them as a part of our nation.
|
Bazı dış çevreler ve din
adamları, mezhepleri bize karşı kullanma temelinde bize
saldırıda bulundular ve hala da yapıyorlar.
|
In some part of the
world, some spiritual leaders have used the denominations
against us and attacked us and continue to do so. |
Hatta bir çoğumuz kilise
tarafından vaftiz edilmiyor, ölülerimize bile dini dualar
okunmuyordu. |
Even some of us are not
baptized in the church, our deaths are not remembered in during
the prayers. |
Kiliseden adeta tecrit
edilmiştik. |
We almost got
excommunicated. |
Oluşturduğumuz birlik bazı
dini çevrelerin çıkarlarına ters düştüğünden bize yönelik bu
saldırılar geliştirildi. |
Because some of the
faithful wrongful interpreted our strive to unity, they even
attacked us. |
Asuri hareketine, “Sizler
Nasturisiniz” diyerek tecrit edilmeye çalışılıyorduk. |
About the Assyrian
movement they say “you are Nestorians” and worked for to isolate
us. |
Kilise çevresi Nasturiliği
putperestlik anlıyor ve bunu Hıristiyanlığa yönelik hareket
olarak kabul ediyor. |
The Church considers
Nestorianism as heresy and view it as enmity movement of
Christianity. |
ADÖ´nün temsilcisi ve taraftarlarına Nasturilik bir hakaret gibi
yapıştırıldı. |
A
representative of ADO and sympathizers were slandered by linking
them to Nestorianism. |
Başkan APO:
Yani nasıl ki Müslümanlık Yezidiliği kötülüyorsa, Hıristiyanlık
da Nasturiliği kötülüyor öyle mi? |
Chairman APO:
This means like the Muslims mock the
Yezidies, the same way the Christianity mock Nestorianism,
right? |
A.D.Ö:
Evet, Süryani halkı gerçeğini hala da tanımak
isteyen bazı çevreler, “Asuri ayrıdır, Süryani ayrıdır”
demektedirler. |
ADO:
Yes, even now, when want to explain the true history of the
Syrian people, in some countries they say “the Syrians are
different, the Assyrians are different”. |
Keldaniler bile ayrı bir
halk gibi göstermeye çalışıyorlar ki, aslında Keldanilik,
Katoliklik demektir. |
Even the Chaldeans work
for to be considered as a apart people, while in reality the
meaning of Chaldean is Catholic. |
Başkan APO:
“Kurmanc ayrıdır, Zaza ayrıdır” dedikleri gibi… |
Chairman APO:
It is like they say “Kurmanc are different and Zaza are
different”… |
A.D.Ö:
Aynen böyle. |
ADO:
It is exactly like that. |
Bütün bu olumsuzluklara
rağmen ülke topraklarında ve dışında yaşayan halkımızın büyük
bir bölümü artık şimdi bizi anlıyor. |
In spite of all these
problems, the main part of people in the region and outside
understands us anyway. |
Halk gerçekliğimız
konusunda kısaca bunları diyebiliriz. |
In short, these are the
matter we can say regarding the truth about our nation.
|
Page 17, Column 6 |
Öte yandan , başka
halkların içinde yaşandığımızın da bilincindeyiz.
|
On the other hand, we
also should be aware that live among other nations. |
Bu durum da bizi çok
ilgilendiriyor. |
This issue also greatly
occupies attention. |
Bizim de yaşadığımız
topraklarda çoğunluğu Kürtler oluşturuyor, ama Arap, fars ve
Ermeni gibi diğer bazı halklar da mevcut. |
In the countries we
live, the majority is Kurds; however there are also other
peoples like Arabs, Persians and Armenians. |
Halklar arası ilişkilerde
bakış açımız şöyledir: Her halk kendi kültüründe, dilinde,
geleneklerini yaşamada, iradesini konuşturmada özgür
olmalı
ve bir eşitlik yaşanmalıdır. |
Our view regarding the
relationship between these peoples is as follow: Each people has
the right to practice their own culture, language, traditions,
right of freedom of expression, and the same rights.
|
İç içe yaşayan halkların
birlik ve dayanışma içinde olmaları gerekir; birbirlerine karşı
saygı ve sevgi beslemeller. |
The people who live
among each other should be solidary to each other, they should
nourish respect and love. |
Taraflardan hangisi baskı
ve zulmü geliştiriyorsa, ona tavır takınmalıdır.
|
Action should be taken
against the party which persecute and harms others. |
Aynı topraklarda yaşayan
halkların gözünde o ortak topraklar kutsal sayılmalıdır.
|
The nations living on
the same territory should consider the common country as holy.
|
Vatan toprakları için tüm
halklar birlikte çalışmalıdır. |
In the interest of
mother country all the peoples should work together.
|
Verilecek mücadeleyle ülke
kurtarılmalıdır ki, ülke de onları koruyabilsin, onları
sahiplenebilsin. |
When the country is
being liberated by struggle, the inhabitants of that country
should help them in order to become heritors. |
Şimdi, bizim de yaşadığımız
topraklarda çok sayıda siyasi, milli hareket ler vardır. |
We have, at this moment,
in the countries where we live numerous political, national
movements. |
Bunlar düşüncelerini
özgürce ifade edebilmeliler ki, birlikte nasıl
yaşayabileceklerini doğru tesbit ede bilsinler. |
These movements should
express themselves freely, it is important top prove oneself how
to live together in worthy way. |
Biz, Ortadoğu insanınıda
dini insanın doğal bir parçası olarak görüyoruz.
|
We consider ourselves as
a faithful people which are a part of middle-east. |
Bunun için din olgusu her
halkin yaşamında özgür olmalıdır. |
For this reason it is
important that everybody should practice his faith in freedom.
|
Din, hakimiyet aracı olsun
demiyoruz ama, her halk da dininde tam özgür olsun diyoruz. |
We do not say that faith
should rule over people, but each people should be free in
experiencing his faith. |
Halkların geri kalmasında
en büyük rolü gerici din adamları, feodaller oynamıştır.
|
The reason that the
people are backward has to do with the backwardness of clergy,
who acted like liege. |
Halkların ekonomik bakımdan
düzenlenmesinde ve bilimsel gelişmesi önünde bunların oynadığı
olumsuz rol ve oluşturdukları engeller büyüktür. |
The economical situation
of the nation should be improved, (however) the by them played
negative role and raising up of barriers preventing scientific
progress is huge. |
Bu nedenle diyoruz ki,
ister tarlada ister fabrikada, nerede çalışıyarsa çalışsin,
insanlar özgür olmalıdır. |
For this reason we say,
regardless where one works, on land or in a factory, the people
should be free. |
Yani insanların ekonomik-
demokratik halkları da güvenceye alınmalıdır.
|
That is to say, the
economical and democratic rights of people should be protected.
|
Şimdi de güc olayına geri
dönmeyi istiyoruz.. |
For now, we want to
return to the issue of (political) powers… |
Belirttik, halkımız
açısından mülteci olmanın büyük nedenleri vardır.
|
We have concluded that
the issue of refugee- ship of our people is due to many causes.
|
Burada en büyük neden,
halkımızın kendi gerçekliğinden koparılmasıdır; bölge egemen
güclerin halkımızın gerçekliğini kabullenmemesidir. |
The main cause of this
is that our people has lost the truth about his origin, the
powers of the region did not recognize the truth of our people.
|
Ne Türk, ne Arap ve ne de Fars egemenleri bugüne kadar
halkımız
gerçeğini kabul
etmemişlerdir. |
Neither the
Turks, nor the Arabs, nor the Persians have recognized the real
origin of our people. |